Geçtiğimiz gün; “Bakü Fatihi” Nuri Paşa komutanlığındaki Kafkas İslam Ordusundan tam 102 yıl sonra Türk askeri Azerbaycan’daydı. Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini ve iş birliğini bir kez daha tüm dünyaya her zamankinden daha kesin ve keskin olarak gösterdi. İnanılmaz bir sevinç, gurur ve mutlulukla yaşanılanları takip ettik.
X X X
Geçtiğimiz hafta İsrail’in, ABD ve İran ile ilişkilerini kaleme almıştım. Bu hafta da sizlerle, kurulduğu günden bu yana güvenlik kaygıları yaşayan İsrail’in, dış politikasını geliştirirken Güney Kafkasya ile çevre stratejisinden bahsetmek isterim.
İsrail 1950’lili yıllarda, ABD yanlısı ve Arap ülkelerine karşı hayata geçirmiş olduğu “Çevre Stratejisini” 1979 yılından sonra yeni düşmanı İran’a karşı, Sovyetler Birliği döneminde “Transkafkasya” günümüzde ise “Güney Kafkasya” olarak bilinen Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’a karşı, “Yeni Çevre Stratejisi” adı altında hayata geçirdi. Ve 1991 yılında Sovyetler Birliğinin çökmesiyle de faaliyetlerine başladı. Sovyetler Birliğinin çökmesiyle birlikte bölge de Brzezinski’nin de tabiriyle bir “kara delik” oluşmuştu. Bu kara delik ise ABD ve onun müttefiki İsrail tarafından doldurulmaya başlanmıştı. Bir rivayete göre de İsrail, bölgede öncü kuvveti olarak ABD’ye mevzi kazandırmaktaydı.
İsrail’in Ortadoğu’da varlığını sürdürebilmek ve uluslararası alanda kabul görmek adına, dış politikasında Azerbaycan’ın önemi iki yönlüydü. Birincisi; İsrail’in Filistin sorunu nedeniyle dünya kamuoyunun kendisine yönelik olumsuz imajını yok etmek ve bölgedeki yalnızlığını yok ederek bu ülkelerde ki İran ve Arap etkisini azaltmak, ikincisi ama en önemlisi ise Azerbaycan ve Ermenistan İran’a sınır olduğundan, Tahran’ı kuşatmaya karşı önemli bir hamle yapmak idi.
Tüm bunlar baz alındığında Azerbaycan, Ermenistan’a göre hem sahip olduğu enerji kaynakları hem de İran’ın komşusu olması nedeniyle İsrail için daha önemli bir stratejik ortak haline gelmekteydi. Elbette bunda Ermenistan ile Yahudiler arasında ki tarihi husumetin önemi de büyüktü.
Buna mukabil İsrail hem batılı ülkelerle yakın diyaloğunun olması hem de teknolojik gücü sebebi ile Güney Kafkasya ülkeleri için önemli bir ülke olmuştu. Azerbaycan’ının da devamlı olarak Rusya ve İran tarafından desteklenen Ermenistan’a karşı dış politikasında İsrail ile iletişime geçmesi zorunlu hale gelmişti. Azerbaycan-İsrail ilişkileri Ebulfeyz Elçibey zamanında artmış, Haydar Aliyev zamanında olgunlaşmış ve İlham Aliyev döneminde de “stratejik “bir mahiyet kazanmıştır.
İki ülke arasında yaşanan tüm bu gelişmelere karşı ve İsrail’in tüm baskılarına rağmen Azerbaycan’ın Tel-Aviv’de büyükelçiliği bulunmamaktadır.
X X X
İran’da bu süreçte Rusya, Ermenistan ve Suriye ile ilişkilerine sıcak tutarak kendisine bölgesel bir koruma alanı oluşturmaya çalışmıştır.
Ermenistan ise yukarıda da bahsettiğim gibi İsrail ile aralarında uzun yıllar devam eden husumetin devam etmesine rağmen Yahudi soykırımının dünya tarihinde yetkili yargı organı Nürnberg Mahkemesi ile hükme bağlanmasıyla birlikte İsrail’de, Ermeniler tarafından önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bu durum Ermenistan içinde ilham kaynağı olmaya başlamış ve Yahudi lobisinin gücünden istifade etmek istemişlerdir. Ancak İsrail-Ermeni arasındaki stratejik ortaklık olumsuz yönde ilerlemeye devam etmiştir. Bunun en büyük nedeni ise İsrail-Azerbaycan ilişkileridir.
İran ile Ermenistan arasında ise otuzdan fazla anlaşma bulunmaktadır ve yaklaşık Ermenistan’ın ihtiyaç duyduğu doğalgazın %30’luk kısmını İran’dan tedarik etmektedir. Yaşanılan bu durum ise Bakü’nün İran’a mesafeli davranmasına neden olmaktadır
X X X
Yaşanılan bu süreç bana, 1950 yıllarında Tel-Aviv için "düşman Araplara" karşı İran ve Türkiye'nin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu hatırlattı. O dönemde İsrail, Türkiye ve İran'ı en önemli stratejik ortak olarak görmüş ve ilişkilerini geliştirmeye çalışmışlardı. 1960 yılına kadar etkili olan bu süreçte güvenlik, istihbarat paylaşımı ve askeri işbirliği alanlarında anlaşmalar yapılmış, 1958 yılında imzalanan anlaşma ile de Ortadoğu'daki radikalizmi ve Sovyet nüfuzununun önlenilmek istenildiği açıklanmıştı. Kıbrıs sorunun olduğu bir dönemde yapılan bu anlaşma ile de İsrail Türkiye lehine lobi faaliyetinde bulunacaktı. Türk politikacılarda Amerika ile ilişkileri geliştirmek için İsrail'i bir fırsat bilmişlerdi. Ancak Kıbrıs sorununda başta Arap ve Müslüman ülkelerin desteği alınamamıştı. Ve Türkiye-İsrail ilişkisinde önemli bir unsur olan ABD ile yaşanılan " Johnson Mektubu" gerilimi sonrası, Türkiye İsrail ile olan ilişkisini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır.
X X X
Bu süreçte Azerbaycan’ın; Rusya, İsrail ve Türkiye ile arasında ki başarılı uluslararası ilişkileriyle askeri gücünü tahkim etme durumunu gerek Azerbaycan hükümetinin gerekse Türkiye hükümetinin başarılı dış politikaları nezdinde büyük bir keyifle takip ettik. Ve bir kez daha gördük ki birlikteliğimizi korumak için risk almamız şart. Ancak yine de yaşadığımız bu mutlu günlerimizin devamı ve Türk Dünyası için temkinli yaklaşımlarımızıda elden bırakmamak gerektiği kanaatindeyim.
İyi bir hafta sonu olması dileğiyle hepimize sağlıklı günler dilerim.