Bir bereket ve feyiz ayı olan Ramazan, kapımızı çalmak üzere. İçimizde, evimizde, sokağımızda, şehrimizde tatlı bir telaş var. Televizyonlar Ramazan programlarını, belediyeler de 30 günlük Ramazan etkinliklerini hazırladılar.
Modern yaşamımızda ramazan heyecanı şekil değiştirse de sürüyor aslında. Evlerimizdeki ramazan ayı hazırlıkları, –belki eskisi kadar yoğun ve heyecanlı olmasa da- çalışma yaşamının Ramazan ayına göre düzenlenmeye çalışılması, belediyelerin Ramazan çadırları kurması, kent meydanlarını Ramazan akşamlarına hazırlaması geleneksel Ramazan atmosferini aratsa da yine de bir heyecan uyandırıyor. Yani bu hazırlıklar güzel ve farklı bir ayı müjdeliyor bize.
Peki edebî hayatımızda durum nasıl? Modern yaşamımız Ramazan geleneğini bir şekilde yaşamaya ve yaşatmaya çalışırken modern edebiyatımızda Ramazan etkisini görmek neredeyse imkânsız. Oysa eski edebiyatımızda Ramazan ayının özel bir önemi vardı. Hem Klasik Edebiyatın hem de Halk Edebiyatının edebî türlerinde Ramazan ayı temalı metinler vardı ve eski edebiyatımız bu açıdan hayli zengindir. Klasik edebiyatımızın gazel, kaside, mesnevi ve şarkı gibi türlerinde Ramazan ayı ile ilgili birçok şair birçok şiir yazmıştır. Ramazanı konu alan kasidelere “ramazaniyye” denildiğini eski edebiyata az çok ilgisi olanlar bilir. Divan şairlerinden Sâbit’in (ölm. 1712) ramazaniyyesinin son bölümleri şöyledir:
Sâbitâ şimdi mübarek ramazan günleridir
Aç dâvacı gibi eyleme feryâd ü figân
Rûze-i fakr akabinde geliyor ıyd-ı gınâ
Fıtra-i vâcibe-i himmete yok mu imkân
Nitekim her sene ziynetle gelip mah-ı siyâm
Eder her kuşe-i dünyayı çerâgân-ı cihân
Sâbit, yukarıdaki beyitlerde Ramazan günlerinde olduğunu, bu sebeple aç bir davacı gibi feryad figan eylememesi gerektiğini, zira yoksulluk günlerinin (fakr-ı rûz) ardından zenginlik günlerinin (ıyd-ı gınâ) geldiğini, fitre ibadetleri ile de bu himmetin kendilerinden esirgenmemesi gerektiğini söylüyor. Ramazaniyyelerin dışında ramazanı konu alan gazeller de vardır. Mesela Zâtî (1471-1547) bir gazelinde şunları söyler:
Sâkî ramazan geldi yine aldı ayağım
Mâlûm değil bayrama dek sağ olacağım
Dinî tasavvufi Halk edebiyatımız da oruç ve ramazan açısından oldukça zengindir. Eşrefoğlu Rûmî, Aziz Mahmûd Hüdâî, Niyâzi-i Mısrî, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve son devir tasavvuf şairlerinden Erzurumlu Mehmet Lütfî’nin ramazan temalı onlarca ilahisi vardır. Eşrefoğlu Rumî’den (ölm. 1469) örnek verecek olursak:
Elveda ey mâh-ı tâban elveda
Elveda ey mihr-i yezdân elveda
Elveda ey âfitâb-ı şer’-i din elveda
Elveda ey mâh-ı tâban elveda
Gündüzün bayram idi sâimlere
Her gecen bir kadr idi kâimlere
Nurdan bir tâc idi âlemlere
Elveda ey mâh-ı tâban elveda
Eski edebiyatımızda ve halk edebiyatımızda ramazanın ilk on beşi için “merhaba, hoş geldin” gibi karşılama cümleleriyle şiirler yazılırken son on beşi için de “elveda, ah ayrılık” gibi uğurlama cümleleriyle başlayan şiirler yazılmıştır. Karşılamaya örnek olması açısından Şeyh Üftâde’nin (ölm. 1581) ramazaniyyesi örnek verilebilir:
Âşıklara eydin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cuş edip
Âlemlere doldu yine
Kur’an’da Allah öğdüğü
Cümle nebîler sevdiği
Ümmete Allah verdiği
Oruç ayı geldi yine
Cümle aya sultan olan
Dertlilere derman olan
Hakkdan bize ihsân olan
Oruç ayı geldi yine
…
Türk temâşa edebiyatı da Ramazan açısından oldukça zengindir. Bir gölge oyunu olan Karagöz’de, Ortaoyunu’nda ve Meddah’da Ramazan ayına özgü konu ve diyaloglar bulmak mümkündür. Bugün için artık bitme noktasına gelen geleneksel tiyatromuzun son temsilcilerinin (mesela Erol Günaydın) televizyonlarda Ramazan ayına özel hazırladıkları gösterileri izlemişizdir. Özellikle TRT tarafından hazırlanan bu gösteriler iftardan önce midemizi değilse de ruhumuzu doyururdu.
Peki, günümüzün edebî ürünlerinde “Ramazan” nerede? Mazisi Ramazan açısından oldukça zengin olan bir edebiyatın yaşanılan çağda Ramazandan izler taşımaması ne acıdır. Şiirler, maniler, hikâyeler, tiyatrolar açısından baktığımızda Ramazan konulu yeni ürünlerin eklenmediğini, varsa bazı programlarda, toplantı ya da gösterilerde eskilerin tekrar edildiği görülmektedir. Buna sebep modern hayatın geleneği yok etmesi midir? Ramazan ayı için “sahur, iftar, oruç, fitre” gibi kavramların yeni anlamları mı ortaya çıkmıştır ve ramazan atmosferinde artık ramazana özgü edebî ürünlere ihtiyaç yok mudur? Günümüzde ramazanın deyim yerindeyse ticareti yapılıyor da edebiyatı neden yapılmıyor? Günümüzde sanatçı ve edebiyatçılarımızın baş etmesi gereken çetin sorulardan birkaçını sanırım yukarıda saydım. Bakalım edebiyatımız ramazanla olan bu imtihanı bu yıl verebilecek mi?