Konvansiyonel yaşam öncesinde, “doğa” olarak adlandırdığımız bir düzenin unsurlarıydık ve doğanın denge mekanizmasının bir parçası idik. Doğa kuralı belirler, canlılar kurala uyardı. Mülk edinme ve hükmetme gayreti arttıkça roller değişti “doğa”, insanın kendi hedefleri doğrultusunda kullanabileceği bir “kaynak deposu” işlevi görmeye başladı. Modernlik, insana kendi yarattığı mekanizmalar üzerine kurulu bir dengede yaşama olanağı verdi. ‘Doğa’ doğasına aykırı bu yeni düzeni uzun süre tolere edemeyince ekosistemde kırılmalar başladı.
En hissedilir kırılma ‘Küresel İklim Değişikliği’ olarak karşımıza çıktı. University College London’un işbirliğiyle yapılan araştırmada, iklim değişikliği 21. yüzyılda canlı neslinin sürüdürülebilmesinin önünde en büyük tehdit olarak tanımlandı.
Küresel ısınma ve global iklim değişikliği sorunları ile gelişmeleri değerlendiren BM (Birleşmiş Milletler)’ye bağlı bir kuruluş olan IPCC (Uluslararası İklim Değişikliği Paneli); Birleşmiş Milletler Çevre Programı (United Nations Environment Programme – UNEP) ve Dünya Meteoroloji Organizasyonu (World Meteorological Organization – WMO) ile işbirliği halinde global çevre ve küresel sosyoekonomik etkiler doğrultusunda bilimsel verilere dayalı küresel iklim değişikliği gelişmeleri konularında hizmet üretmekte. IPCC organizasyonu geçen süre zarfında hem mali açıdan hem de politik baskılara boyun eğdiği gerekçe gösterilerek sürekli biçimde eleştirilmekte. Son olarak 2014 yılı IPCC raporlarının da bilimsel yol gösterici kanıtlardan ziyade küresel siyasi baskı ve politikalar bazlı oldukları iddia edilmekte. Kısa süreler içinde çelişkili değişik raporlar da yayımlayan IPCC, küresel iklim değişikliği sorunlarının sınırlandırılması, kontrol ve denetim altına alınması seçeneklerinin uygulanmasını zora sokmakta. Ancak ne var ki sermaye baronlarının ve kanun yapıcılarının bütün gizleme çabalarına rağmen iklim değişikliğinin ne denli büyük bir tehlike olduğuna dair sayısız bilimsel yayın ve veri bulunmakta. Mızrak harara girmiyor, bu saatden sonra gerçekleri gizlemek mümkün değil.
İklim değişikliklerinin dünyanın çeşitli bölgelerinde tatlı su miktarını ve tarımsal üretimi artan bir hızla değişikliğe uğrattığını biliyoruz. Etkilerini olağandışı hava koşulları ve sel, taşkın, kasırga gibi afetlerle hissetmeye başladığımız bu değişimin gıda üretimini azaltacağı kesin.
Bu hafta Paris'te, Fransa Meclis binasında yapılan İklim Değişikliği konulu bir konferansta açılış konuşmasını yapan Dışişleri Bakanı Laurent Fabius: 2070 yılına değin "sıfır karbon" hedefine ulaşmak adına hiçbir şey yapılmazsa gezegenin ısısının 4 derece artacağının hesaplandığını ifade etti. Konferansta sıcaklık değişimini 2derece ile sınırlamak için hangi önlemlerin alınması gerektiği konusu tartışıldı. Bilim dünyasının tüm baskılara rağmen ortaya koyduğu felaket senaryosuna göre aradaki 2 derece fark bile Boğaz’da ki köprülerin sular altında kalması, Afrika kıtasının kuraklığa teslim olması, dünya haritasının değişmesi, ve benzeri bir çok felaketin yaşanması demek! Fransa da ki bu konferans aslında bir başka yönüyle de önemli, kimilerinin ‘’daha çok yetki’’ ‘’başkanlık sistemi’’ diye tutturarak bağırmasını duymamak ve gezegenimizin geleceğini belirleyecek konuları uzmanlar ve devlet adamlarıyla gözden geçirdiğini bilmek mutluluk oldu.
İklim değişikliğinin etkisiyle Güney yarım küre yaşanmayacak hal aldığında Afrika’dan büyük bir göç dalgası başlayacak.AB bu göçün önünü kesebilmek için sınırlarına duvar örmeye başladı.Türkiye Yunanistan sınırına 4 milyar dolar bütçeli dev duvarlar
örülüyor.Projenin finansörü Dünya Bankası.Dünya Bankası her ayın 12 sinde Yunanistan hesabına duvarda harcanmak üzere 120 milyon dolar yatırıyor.Ekonomik krizle boğuşan ülkede 4 milyar dolara duvar örülüyor. Yunanistan’da geçen aylarda gerçekleştirilen genel seçimleri büyük oy farkıyla kazanarak iktidara gelen Radikal Sol İttifak (SYRİZA )‘ın AB karşıtlığı söylemleriyle bilinen genel başkanı Aleksis Çipras Yunanistan-Türkiye sınırındaki 12,5 km lik bu duvarın yıkılacağı sinyallerini veriyor. Çipras AB’nin karşısında durabilecek mi, duvar yıkılacak mı zaman gösterecek.
Duvarı Türkiye açısından değerlendirirsek Avrupa Birliğinin Balkanlar’da ki sınırı Yunanistan’da son bulacak yani Türkiye hiçbir zaman AB’ye dahil edilmeyecek. Avrupa, Türkiye’yi Afrika ve Asya’dan gelecek göç dalgalarına karşı tampon bölge olarak kullanacak.Bu durumda Cenevre Anlaşması’na göre Türkiye en az 6 ay bu göçmenlerin beslenme ve barınma ihtiyacını karşılamak zorunda kalacak.Ülkeye giriş yapan göçmene ev sahipliği yapan ülke, 6 ay baktıktan sonra göçmeni ülkesine gönderebilmesi için göçmenin geldiği ülkenin birtakım fiziki şartlarının elverişli olması gerekiyor.Cenevre Konvansiyonu’na göre göçmenlerin geldikleri ülkelerinde ki yaşam koşulları uygun değilse 6 ay süre dolmuş olsa dahi geri gönderemiyorsunuz.Kısacası açlık sebebiyle göç etmiş mülteci olmuş bir insanı asla sınır dışı edemiyorsunuz.
Türkiye’de felaket senaryosu için alınmış bir önlem yok. Hükümetin durumun boyutunun farkında olup olmadığı da bilinmiyor. Kamuoyuna yansımış herhangi bir bilgi paylaşımı yok.
Euro Asia’nın 2011 raporuna göre birkaç yıl içinde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya göç etmesi beklenen kişi sayısı 1 milyon. Önlem alınmazsa göç eden insan sayısının daha da yükseleceği öngörülüyor. Sınırlarını PKK, IŞID ve kaçakçılığa karşı koruyamamış Türkiye bu olası büyük göç dalgasına nasıl engel olacak.
Avrupa tehlikenin farkında ve sert önlemler alıyor. Frontex, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin komşularıyla olan sınırlarının korunması ve güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir Avrupa Birliği kurumu. Frontex’in kuruluş aşamasında sınır yönetimi işbirliği, ortak politika izlenmesi ve sınır görevlilerinin eğitimi amaçları ön planda olsa da ilerleyen dönemde, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde, AB tarafından Ajans'a tahsis edilen askeri gemi ve personel ile AB'nin "sınır devriyesi" haline dönüşmüş.
Frontex (European Agency for the Management of Operational Cooperation at the External Borders
of the Member States of the European Union) isminin açılımı ‘‘Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış
Sınırlarının Yönetimi İçin Operasyonel İşbirliği Ajansı’’. Kısaltması Fransızca'dan gelmekte: Frontières
extérieures, ve dış sınırlar anlamını taşıyor. Genel merkezi Polonya’nın başkenti Varşova’da bulunan
kurum 3 Ekim 2005 tarihinde kurulmuş.
Avrupa Birliği’nin birliğe yeni katılan ülkelere ilk genel merkezini kurduğu daire: Frontex. Örgüt
AB’nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır
muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması gibi faaliyetleri
yürütüyor. Göçe karşı dış sınırlarını korumak için Avrupa Birliği’nin ordularını kullanma yetkisine
sahipler. Frontex bünyesinde yaklaşık 25 uçak, 30 helikopter, 100 ün üzerinde gemi bulunmakta. Öyle
ki Frontex’in emriyle her gece İspanya donanmasına ait bir gemi Atlantik okyanusuna, bir gemi de
Akdeniz’e açılarak Afrika’dan gelen göçmen kayıklarını kovalıyor. Yakalanan göçmen kayıklarına ne
yapılacağı ise hala tartışma konusu. FRONTEX tarafından idare edilen RABIT'lerin (Acil Sınır
Müdahale Ekipleri - Rapid Border Intervention Teams) sınırı geçmeye çalışan göçmen ve sığınmacı
gruplarına, ağır askeri ekipmanlarla müdahale etmesi Avrupa çapında sivil toplumun tepkisi ile
karşılaşmış, gereksiz şiddet uygulamak ve sığınmacı ve göçmenleri daha tehlikeli bir yolculuğa
zorlamakla suçlanmıştır.
Akdeniz’de kaçak geçişin en kolay yapıldığı ülkelerden biri İtalya.Bir şekilde Afrika’dan İtalya’ya geçmeyi başarmış bir mülteciyi sadece İtalya değil bütün Avrupa besleyip barındırmakla yükümlü malum Cenevre Anlaşması’nın yükümlülükleri var. Göç söz konusu olduğunda Cenevre Anlaşması, AB üyesi ülkelerin kabusu.Bütün dünya likidite problemini aşamadığından sarsıcı krizler yaşarken hiçbir ülke göçmenlerle uğraşmak istemiyor. Göçmenlerin ülke ekonomisine yük getirmeleri yanında kültürel ve siyasi yapının dejenerasyonu gibi dezavantajları sözkonusu.Bu sorun devam eden büyük kuraklık, kuruyan ve ölmekte olan bitkiler, küçülen hasat alanları ve artan insan nüfusu ve gıda fiyatlarının yanında birçok sosyolojik boyutuyla artarak var olacak. Dengeler alt üst olacak, anarji ve kaos ortamı doğacak, kanun yapıcı ve yöneticilerin halkı sevk ve idaresi güçleşecek. Avrupa göçmen sızıntısının önüne geçmek için yasal önlemler alıyor daha da ileri giderek paramiliter örgüt kuruyor, Türkiye’de ise göçmen sorunu malum. Bırakın kentleri, ülkede Suriyeli göçmenin ayak basmadığı kasaba kalmamış durumda. Göçmen nüfusun, oy hesaplamasında istatistiki veri olarak hesaplanan siyasi argümana dönüştürüldüğünü görmek acı. Onlar insan ve insanca yaşam hakkına sahip olmalılar. Birtakım hesaplar uğruna kucak açılıp kaderlerine terk edilemeyecek kadar değerliler. Her şeyden önce beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları karşılanmak zorunda. Aksi insanlık suçu. Görünen o ki kaynak paylaşımı, gelir dağılımı dengesi gibi sosyal adalet paydaşlarımızın tartışıldığı, küresel iklim değişikliğinin gezegenimizin kapısına dayandığı bir zamanda planlı ve akılcı çevre-