ENGİN OL!
Gel ha gönül havalanma
Engin ol gönül engin ol
Dünya malına güvenme
Engin ol gönül engin ol
Türk halk müziği sevenler yukarıdaki dörtlüğü hemen hatırlayacaklardır. Rahmetli Turan Engin’in tok sesiyle bizlere sevdirdiği Sivas, Şarkışla türküsü. Türkü ezgisiyle o kadar uyumlu ki, “engin olmak” eyleminin anlamını bilmeseniz de,” kibirlenme, büyüklenme, kendine çok güvenme” öğüdü ezginin notalarına adeta kazınmış. Peki nedir “engin olmak?” Türkçenin zengin söz varlığında “engin” sözcüğüne çok değişik anlamlar yüklenmiş. Ancak türküdeki anlamı “Ucu bucağı görünmeyecek kadar geniş, göz alabildiğine uzanan” anlamında bir sıfattır.[1] Sözcüğün bir diğer anlamı da “alçak yer”dir. Türküde ozanımız gönlünü karşısına almış ve ona “havalanma”masını engin olmasını öğütlemektedir. Havalanma sözcüğü şiirde öyle uygun kullanılmış ki, hem mecaz hem de gerçek anlamını çağrıştırmaktadır. İkinci dörtlükte kullanılan “engin” kelimesi ile tezat oluşturacak şekilde kullanılan “havalanma” emir kipindeki fiille ozanımız, gönlüne “çok yüksekten uçma, kibirlenme, büyüklenme” demekte, yapması gerekeni de ikinci dörtlükte öğütlemektedir: Yani engin olmalı…
Yükseklerden alçaklara bakmak, hem heyecan verir hem de endişeye sebep olur. Bunu yüksek yerlere çıkıp aşağılara baktığınızda hissedersiniz. Söz gelimi Uludağ’dan Bursa’ya baktığınızda yahut gökdelenlerden bir şehri izlediğinizde güzel bir manzaraya bakmanın heyecanın yanı sıra bir emniyetsizlik hissi uyanır insanda. Çünkü yükseklik, her zaman aşağıya düşme tehlikesini barındırır. Manzaranın bir güzelliği varsa, bu güzelliği veren baktığınız yerden ziyade gördüğünüz yer yani “enginlik”tir. Aşağılardaki güzellikler yükseğe çıkınca daha net görünmektedir. Aşağısı başlı başına güzel olmasa yüksekten bakan aşağıda aradığı güzelliği bulabilir mi?
Olayın bir başka yorumu da şöyle olabilir. Burada yükseklik bir “makam, mevki”ye işaret etmektedir. İnsanlar bu mevki ya da makamın sağladığı havanın büyüsüyle bu durumun sonsuza kadar süreceği vehmine kapılabilir. Oysa Şeyh Edebali Osman Gazi’ye öğüdünde bu durumda olanları şöyle uyarıyor: “Ey Oğul, unutma ki, yüksekte yer tutanlar alçaktakiler kadar emniyette değildir!”
İşte mesele burada sanırım, iki sözcük: Yüksektekiler, alçaktakiler… Sayfalarca yazılabilir, bu iki sözcük üzerine. Ama özetlemek gerekirse, mevkiler yükseldikçe onunla doğru orantılı olarak nefisler, egolar da yükseliyorsa şeyhlerin, ozanların bize öğütlerini burada hatırlamak gerekir:
Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol
Yahut:
Yükseklerde yer tutanlar alçaktakiler kadar emniyette değildir.
...
Ortalama altmış yıllık ten kafesine olmadık istek ve arzuları, sayısız mal ve mülkleri, onca makam ve mevkîyi sığdırmaya çalışıyoruz. Sanki, bunlar ebediyen bizde kalacakmış gibi, bunlarla kibrimizi kabartıyor, yalancı zenginliğimizle övünüyoruz. Dünyalık evlerimizle, saraylarımızla ihtişam yarışına girişiyor, nihayet ciğerlere bağışlanan bir saniyelik solukla yaşadığımızı unutuyoruz. Ne tuhaf, ölüm gibi her yanımızı çepeçevre sarmış bir hakikât varken, etten ve kemikten varlığımızı yüceltiyor, varlığımızla birçok varlığa dünyayı dar ediyoruz! Misafiri olduğu bir hanın gerçek sahibi olduğunu sanan ahmaktan bir farkımız kaldı mı?
…
Alçak kelimesi her zaman “alçak” değildir. Türkçemizin söz meclisinde “alçak” ve “gönül” sözcükleri güzel bir izdivaç kurmuş. Kibirden, gösterişten uzak insanlar için kullandığımız “alçakgönüllü” deyimi işte bu izdivacın ürünüdür. İnsan ille de yükselmek, yücelmek istiyorsa gönlünü alçaltarak kendini yüceltebilir!
Ve son söz, dünyadaki bütün alçaklıklara tek çare “alçakgönüllülük” yahut gönüldeki “enginlik”tir!
[1] İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyat, İst. 2011, s. 345