SEDDE YOLUNDA BANGIR BANGIR MÜZİK ÇALINCA NE OLUYOR?
Eskiler, manasız veya sebep ve sonuçları birbiriyle bağdaşmayan bir durumla karşılaşınca muhatabına:’’Başın göğe erdi mi?’’ derlerdi. Biz de bu yazıda başımız göğe erdi mi ermedi mi bir bakacağız. Tabii ki özeleştiri çerçevesinde, çuvaldızı kendimize eyleyerek; meseleye farklı açılardan bakmayı deneyerek, başka bakış açılarını deneyimleyerek. Diğer bir deyişle şoför koltuğundakiler sedde alanına, sedde alanındakiler de şoför koltuğuna geçerek…
Geçen bir misafirimle sedde boyuna gittik. Muhabbet kelam. Mekan on numara. Bafra’nın şehirleşmede medeniyet bileşenlerini keşfettiği bir yer. Gerekli yatırımların ve düzenlemelerin yapılmasında emeği geçen Bafra Belediyesi başta olmak üzere devletimizin ilgili kurumları ve devlet adamlarına medyun-u şükranlarımı arz etmeyi bir borç biliyorum. Halen proje uygulama hazırlıkları devam eden Millet Parkı ve Millet Camii’yi de heyecanla beklemekteyiz. Biz vatandaşlara düşen ise şehrimizin bu değerleri kazanımlarını çevre bilinciyle korumak ve yaşatmak olacaktır. Ne diyordum?
Irmağa nazır nezih bir mekan. Herkes ailesi, eşi, dostu ve yakınlarıyla temiz ve serin havada sohbet ediyor, çayını içiyor falan. Daha ne olsun. Doğal olarak vatandaşın ilgisi ve nüfus popülasyonu burada yoğunlaşıyor. Hal böyle olunca iyi adetlerimizi getirdiğimiz gibi ilkel diyebileceğim kültürel oryantasyonu gelişmemiş bazı adetlerimiz de buraya taşınmış görünüyor. Sedde yolunda birçok vatandaşımızın da dile getirdiği üzere trafikte hız sorunu halen çözülememiş durumda. Hani diyorum, birkaç çocuk sevinç içinde koşuşurken karşıdan karşıya geçmek istese ve Allah muhafaza hızla gelen otomobil veya motosiklet bizim küçük kardeşimize, yeğenimize vesaire çarpsa; amacı sırf etrafa fors kasmak için basa bas giden –suçlu-sürücüye bakışımız ne olurdu? Düzeni sağlamak veya var olan bir sorunu ortadan kaldırmak için illa emniyet/trafik görevlilerine başvurmak zorunda mıyız? Bizler doğruyu yanlıştan ayırabilecek yaşta değil miyiz? Her durumda göğsümüzü gere gere öne sürdüğümüz benliğimiz bu kez de olgun davranışları domine edecek bir güç olamaz mı? Bohemliği tercih etmek gibi bir zorunluluğumuz olmadığına göre insana, doğaya ve âdâb-ı muaşerete yönelik duyarlılık geliştirsek; hem de kamu yararına katkı sağlayarak, inanç bakımından da eylemlerimizi sahil amele dönüştürerek hayatın içinde iç huzurumuzu beslesek daha güzel olmaz mı? Tefekkür…
Oturuyoruz. Öteden neonları ışıl ışıl parıldayan, gümbür gümbür bir araç geliyor. İçinde birkaç arkadaş. Psikalanalistler bu deneyimi de incelemişler. Psikolojik olarak erkeğin dişisine sergilediği seksüel bir ritüel olduğunu ifade ediyorlar. Diğer bir deyişle güç ve erkeklik gösterisi. Eril manifesto diyorum ben buna. Derken peşinden benzer bir araç, sonra başka bir araç, sonra başkası… Belli aralıklarla fakat sürekli devinim ediyor bu eril geçişler. Işıltılı neonlar, güçlü bas vuruşları, çığlığı andıran tizler; gümbür gümbür geçiyor. Ne dersiniz, biraz farklı bakış açılarından bakalım mı? Buyrun…
1. Arkadaşlar. Kendinize hedef kitle olarak belirlediğiniz insanlar için ilgi çekici olmak bir yana itici geliyor bu durum. Tam da burada medya kuruluşlarını halkla röportaj yapmaya davet ediyorum. Bir akşam sedde boyuna gitsinler, vatandaşa ‘’Gümbür gümbür müzik çalarak geçen araçlardan memnun musunuz?’’ diye sorsunlar. Mevzuya dönelim. İnsanlar neden sedde boyunu tercih ediyor? Irmak kenarında nezih, gürültüsüz, kafa dinlenebilecek bir yer. İnsanımız gün içinde yaşadığı iş yorgunluğunu hem sevdikleriyle hoş sohbet edebilmek hem de gün boyunca üzerine sirayet eden negatif enerjiyi doğal ortamda nötrleyebilmek için tercih ediyor burayı. Gümbür gümbür bir akşam geçirmek isteseler zaten eğlence mekanlarını tercih ederlerdi.
2. Oturuyoruz. Yatsı ezanı okunuyor. Hicaz yayılıyor her tarafa. Ömürden bir günü daha tamamlayarak geçen günün hüznünü anlatıyor hicaz. Yaratıcının sevgisini daha çok kazanamamanın eksikliğini hisseden mümin kulların duygu yüküne eşlik ediyor ezan. Bu esnada aynı araçlar aynı tavında eril geçişini sürdürmeye devam ediyor. Kim bilir belki dışarıda ezan okunduğunu duysa müziğin sesini kısacak. Fakat duymak ne mümkün. Dedelerimiz ezan sesini duyunca uzandıkları yerden doğrulur, bacak bacak üstüne atıyor idiyseler oturuşlarını düzeltir, dünya kelamı ediyor idiyseler de susarak ezanı dinlerdiler. Zira ezan ruhları arındırır, nefsi uslandırır ve cana can katar. Bu şuurla yaratıcıya çağrıya mukabele ederlerdi. Çok zor bir şey değil bu. Biraz kendimizi sigaya çeksek, bu manevi deneyimi yaşayabiliriz.
3. ‘’Aman ne kadar da muhafazakar, tutucu bir kişilik’’ deyişleri duyar gibiyim. Yok be dostum. Ben de senin gibi gencim. Bu çağın insanıyım. Ben de senin gibi çoğu zaman farklı kuşaklarla kuşak çatışması yaşamaktayım. O yüzden bu meseleyi kuşak çatışması olarak anlamamanı rica ediyorum. Kuşaklar üzeri bir konu bu. Yediden yetmişe herkes ilgilendiriyor. Ben de yabancı müzik dinliyorum. Özellikle klasikler, çok hoş. Fakat müzik deyince akla sadece ses tınısı gelmemeli bence. Müziğin bir ruhu var. O yüzden hep merak ederim, dinlediğim yabancı müziklerin Türkçe manasına bakarım. Bu parça bana ne söylüyor, duygu ve düşüncelerime neyi ilham ediyor, bana neyi nasıl öneriyor diye incelerim. Bence araçlarda gümbür gümbür çalan parçaların de ne dediğini bir araştırmak lazım. Zor değil, google amcaya sorduğumuzda hemen yanıt veriyor. Yoğun bas ve tiz içinde şarkıyla hemhal olmak çok zor. Sesin ruhumuzda yankılanması için derinliği, inceliği, akıcılığı ve bunları seçebilmek için de desibeli iyi ayarlamak gerekiyor. Ben de müsait zamanlarımda aracımı sedde boyuna çeker; şan, makam ve nota çalışırım. Tabi kimseyi rahatsız etmeden.
4. Elbette herkes gibi sen de bu toplumun bir ferdisin. Kimse seni kamu alanlarını kullanım hakkından mahrum bırakamaz. Vaktini eğlenceli şekilde geçirmek isteyebilirsin. Bütün güzellikler seni bulsun. Mutlu ol. Umudunu canlı tut. Geleceği düşle, hayal kur, beklentilerini sırala, kendine bir hedef belirle ve hedefin için çabala. Unutma can kardeşim, hayat emek ister. Kısa yoldan köşeyi dönmek tüm zamanlar için bir ütopya. Elimizde bir anda her şeyi istediğimiz hale getirebilecek bir sihir yok. Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan cin emekli olalı bilmem kaç sene oldu. Artık halı üzerinde seyahat edebilme imkanı yok. Uçmak istediğinde acenteden parayla biletini alıyorsun. Kemerin de bağlı oluyor. On bin fitte de gökyüzünde bulutlardan başka bir şey görmüyorsun; o da can kenarında isen. Ne diyorduk? Kamu alanlarını kullanım hakkı. İş bu ki içinde yaşadığımız toplumda sadece biz yaşamıyoruz. Kamu toplumun bütünü demek. Herkes var. Dolayısıyla kamu alanlarında ilişkileri düzenleyen bazı yazılı ve sözlü hukuk kuralları var. Bizim özgürlüğümüz, başkasının özgürlük alanına kadar genişleyebiliyor. Hukuk teorisine göre hayatta herkes fırsat eşitliğine sahip. Olanaklarımızı doğru kullanıp kullanamamak ise tamamen bizim elimizde. Olanaklarımızı hukuka uygun şekilde kullandığımızda toplum hayatında birey veya vatandaş oluyoruz. Aynı olanaklarımızı ahlaka uygun şekilde düzenleyip kullandığımızda ise erdemli insan oluyoruz. Hayatta her şeye rağmen iç huzuru erdemle yakalayabiliyoruz. Bir şeyleri yoluna koyabilmek için kanunların gözetiminden ve çevremizden destek alıyor olabiliriz. Ama sakın unutma, bir şeyleri yoluna koyabilmemin yolu ancak içimizdeki gücü keşfedip iyiliğe ve hayra yönelik kullandığımızda maddi ve manevi anlamda bir dengeye ve huzura erişebiliyoruz.
Benim güzel kardeşim. Allah ömrüne iyilikler versin. Ben de senin gibi bu topraklarda doğdum. Sokaklarında toz duman oyun oynadım. Hayal kurdum. Beklentilerimi biriktirdim. Bazen güleç bazen de hüzünle mütevazı bir ömür biriktirdim. Eğlendim, dertlendim, zaman zaman saçmalayabildim, pusulamı kaybettim, duruldum, uslandım, yüzleştim. Anladım ki hayat, son nefesi verene değin bitmeyen bir mücadele. Bu süreçte insanı anlamsızlık girdabından ise ahiret hayatının varlığı kurtarıyor. Bu ise ömrüne ömür, gücüne güç katıyor. Her şey gönlünce olsun.
‘’Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.’’ Duhâ 93/4.