PERMAKÜLTÜR
Victor Ananias’ın eşsiz anısına
‘Perm’in Latince karşılığı sürmek-devam etmek, Cultür ise tarım. Dolayısıyla permakültür denildiğinde ilk çağrışım bir çeşit tarım yöntemi olduğuna dair. Gerçekte ise permakültür içinde felsefe ve ruh barındıran bir tasarım. Permakültürün temeli felsefesi. Bütüncül bir yaşam felsefesi içeriyor diyebiliriz. Bütün bireysel muhasebe ve disiplin bütünsellik hesabı içinde yapılmakta.
Permakültür de inanca ve etnik kökene mümkün olduğunca değinilmiyor.Çok zorunlu olduğunda bu alanlara dirsek teması yumuşak dokunuşlar yapılabiliyor. Dininiz ya da coğrafyanız ne olursa olsun oyunun kuralları değişmiyor. KURAL DOĞAYA ve İNSANA SAYGI.
Bu kavram 1960’larda ilk kez Bill Mollison tarafından ortaya atılıyor. Ardından Bill Dede’yle birlikte Geoff Lawton, David Holmgren gibi isimlerle geliştiriliyor.
Bill Mollison’un permakültür fikri doğa gözleminden ortaya çıkıyor. Bill Dede başlangıçta doğada gözlemlediği ilkeleri davranış modüllerine dönüştürmede zorlanıyor. Biz insan olarak bilgilerimizi pratik hayata aktaracak olsak nasıl bir dünyamız olurdu sorusunun cevabı permakültürün omurgasını oluşturuyor.
Permakültür 3 etik ilke üzerine inşa edilmiş.
1-Doğayı gözet
2-İnsanı gözet
3-Artanı (artı değer-fazla) ilk iki ilkeye vakfet.
‘HER KİM İHTİYACINDAN FAZLASINA SAHİPSE, AHLAKSIZDIR’ diyor Bill Mollison. İhtiyacın dışında bütün mülkiyetlerin doğaya ve insana vakfedilmesinden yana. Yaşadığımız gezegeni çöplüğe çevirip bir başka yere taşınamayacağımıza göre doğa her durumda birinci önceliğimiz olmalı diyor permakültür etiği.
Doğa da en büyük yol gösterici (öğretmen) ‘orman’. Bir ormana hiçbir kültürel işlem uygulanmasa da orman içinde ki tür çeşitliliğini ve toprağı arttırarak ekolojik canlılığını büyütmeye ve sürdürmeye devam edebiliyor. Ormanın bunu nasıl yapabildiğini anlamak için doğanın ilkelerini gözlemlemek gerektiğini fark ediyor Bill Dede.
Doğanın ilkeleri:
1-Muazzam çeşitlilik
2-Herşey başka şeylerle ilişkidedir
3-Hiçbir şey sonsuza kadar yaşamaz, her şey eninde sonunda yutulur.
Ve tüm bunları orman ekosisteminin bütüncül yapısında gözlemliyor Bill Mollison. Görüyor ki tüm canlılar hayatın bir çeşit ifadesi. Aslında birlikte yaşama, topluluk deneyimini de içinde barındıran bir disiplin ‘Permakültür.
Orman büyük hoca olarak doğanın şifrelerini bize sunuyor. Ormanları düşünün dışarıdan hiçbir kültürel müdahale (sulama, gübreleme, ilaçlama v.b.) olmadığı halde canlılığını, devamlılığını koruyor. Bir orman ekosistemi içerisinde binlerce çeşit canlı, bitki ve hayvan hayatını sürdürüyor. Bunun yanında doğaya katkıları saymakla bitmeyecek kadar çok.
-Doğadaki en büyük oksijen kaynağı orman.
40 kişinin bir saatte havaya verdiği karbodioksiti yetişkin bir çam ağacı 1 saatte oksijene dönüştürebilmekte.
-Su varlığını düzenliyor ve koruyor.
Ormanlar canlılar için doğal bir su şebekesi görevi görmekte.
-Erozyonu önlüyor.
-Birçok sektöre (Kimya, enerji,avcılık, kozmetik, sağlık, mobilya…) hammadde temini sağlıyor.
-İstihdam ve geçim kaynağı.
-İnsan psikolojisi üzerine olumlu etkileri var.
Bilim insanları, insan neslinin yok olma tehlikesinin 3 durumda söz konusu olduğunu belirtiyorlar.
1.üst toprak kaybı
2.ormansızlaşma
3.kirlilik.
Durum bu geleceğimize sahip çıkmanın bir yolu da ormanı tanımaktan ve taklit etmekten geçiyor.
Şimdi düşünme zamanı. Doğa ile balayı bitti. Yeryüzünde günde 200 canlının türü tükeniyor. İşbirliği mi, uyum mu? Doğayla yapılacak en büyük işbirliği doğaya dokunmamak. Bu mümkün olmadığına göre bize kalan ikinci yol dokunurken doğayı taklit etmek.
Evet! Top sizde,oyun çoktan başladı. Kalabalıkla işbirliğine evet mi, rekabet mi,karar sizin?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.